2 Kasım 2010 Salı

KIRMIZI PLASTİKTEN UYDURUK FOTOĞRAF MAKİNASI (üstelik Çin Malı)

KIRMIZI PLASTİKTEN UYDURUK FOTOĞRAF MAKİNASI (üstelik Çin Malı)

Hava nasıl sıcaktı anlatamam. Daha yeni 18 olmuştum. Ehliyetimi almış, alır almaz sıfır arabama kavuşmuştum. İkinci kez üniversite sınavına girilmişti. Bu sene garantiydi İstanbul'da bir yer. Sınavın hemen ardından Altınoluk'taki yazlığa hareket edildi.

Nerde o zamanlar çekim yasası...

O yazın tek arzusu kendini ispattı. Arabam vardı, yazlığa gidiyordum.

Nerdeee o zamanlar çekim yasası...

Okullar kapanınca, üniversiteler tatile girince arkadaşlarım gelecekti. Arabalarla gezilecekti. Beni artık aralarına daha kolay kabul edeceklerdi. Grup içinde daha sağlam bir yerim olacaktı. Daha çok sevilecek ve aranacaktım. Ne de olsa yazlıktaydım ve arabam vardı. Hatta take me down to the paradise city, grasses green and girls are pretty'di.

Nerdee o zamanlar çekim yasası...

Ama nedense bir türlü grup içinde konumumda değişiklik olmamıştı. Hatta sanki geçen senelerden daha az seviliyor gibiydim. Neden di ki? Arabam vardı, param vardı..... Müzikle ilgileniyordum. Yok yok tüm bunlara rağmen grup içinde yeterli ilgi ve alakayı göremiyorsam mutlaka bende bir eksiklik olması gerekiyordu. ( Koooodd )

Sanırım o yılın temmuz ayıydı ve arkadaşlardan biri o gece Akçay tarafında festival başlayacağını, ünlü sanatçıların konser vereceğini satış standlarının açılacağını ve mutlaka gitmemiz gerektiğini söyledi. E gidilirdi yani :)

Akşam yemeklerinden sonra sitenin meydanında hazırdık. Üç (sayı ile 3) araba yola koyulduk. Hava çok sıcaktı. Dondurmalar yalandı, müzikler dinlendi. Kimleri dinlediğimizi hatırlamıyorum bile. Dinleti sürerken canımız sıkılmış olacak ki terk ettik dinleti alanını ve deniz kenarında kurulan satış standlarının oraya yöneldik. İncik, boncuk, hatıra eşya ve elektronikler.. Nasıl ya elektronikler. Ahahha şimdi komik geliyor. İlçe festivalinden FH serisi müzik seti yada buzdolabı alarak eve dönebiliyordunuz. :) (tamam azıcık abartmış olabilirim)

Standların birinde duran Kırmızı Ucuz Plastikten üstelik Çin Malı Fotoğraf Makinası gördüm. O an içimde hissettiğim titreşimi hala hatırlarım. Tarifsizdi. Aha üstelik yine aynı ton kırmızıdan tepe flaşıda vardı. Ama çook tatlıydı. Ancak o zamanlar henüz tanışarak müşerref olamadığım Babür The Ego devreye girdi. O fotoğraf makinasını alacaktım. Ama onu alırsam grup arkadaşlarım benle alay ederlerdi. "Çocuk musun olum sen? Naapcan o salak makinayı. Üstelik kırmızı bi şey oyuncak gibi" derlerdi mutlaka.

Nerdeeee o zamanlar çekim mekim, kuantum, Evren felan. eskiden Evren mi vardı?

O Kırmızı Plastikten Yapılma Uyduruk Fotoğraf Makinasını aldım. Üstelik Çin Malıydı. Tepe flaşını da aldım. O an tatminden öte MUTLUydum. Ama etrafımdaki arkadaşlarım bunu anlayacak kapasitede insanlar değildi. ( BKZ: ETV'e Bok Yedi Başılar) O nedenle mutluluğumu gizleyerek yanlarına gittim. Onlar sormadan ben söyledim: " Ehehhe teyzemin kızının doğum günü hediyesini de aldım..."

Evren? Evren?

Merak eden varsa söyleyeyim; o makinaya ne oldu? O Kırmızı Uyduruk Plastikten Fotoğraf Makinası içine hiç film takılmadan üç gün içinde parçalandı tarafımdan. Çünkü küçük düşürdü o makina beni arkadaşlarım önünde.

O aşamaları içinde yaşarken; bakış açımı değiştirebilsem, kendi içsel güç duruşumu oluşturabilsem, o makinayı ne olursa olsun kabul edip fotoğraf çekebilsem.......Kendimi geliştirme fırsatımı kaçırmamış olacaktım.

Hayallerden bahsedelim. Tabi eğer bahsedecek hayalleri zamanında yakalayabilirsek yada görebilirsek.

Bakış açısını değiştirmek....

Ama Evren siparişleri her zaman değerlendiriyor. En azından ikinci fırsatı kaçırmadım. Bunu biliyorum. Hayalimden bahsediyorum.

Fotoğrafları satışta olan sayılı Türk Stock Fotoğrafçıları içindeyim :):):)

31 Ağustos 2010 Salı

Babür'ün Gözü Neden Morardı?

Babür o gün nedense kutunun en derin köşesine sinmişti. Kafasında yünden annesinin ördüğü siyah yeşil ponponlu kukuletası, pötükare kısa kollu gömleği, askılarla taşınan kahverengi kısa pantalonu kahverengi çorapları ve yine aynı renk bağcıklı ayakkabılarını giymiş olduğu halde; kutunun en loş en derin köşesine sinmişti. Pörtletilmiş gözlerinin beyazı anca seçiliyordu...

Bacaklarını kendisine çekmiş, ellerini diz kapaklarına dolamış, çenesini kollarının üzerine dayamış halde üstelik dudağını aşağı sarkıtmıştı.
bir düşüncesi bir sıkıntısı vardı. Ama gözlerinin beyazı hala daha seçilebiliyordu.
İçinde binlerce plan varken, aslının o kutudan nasılda çıkmaya çabaladığını, olumlu adımlar attığını gördükçe daha da küçülüyordu sanki. Bir şey yapmalı ve yeni adrese gitmemeliydi. Hem şu anki adreste yalnızlık mükemmel bir kavramdı.
Yeni adreste nasılsa Babür zıççaktı. Her şey boka saracaktı. O nedenle herkes burada kalmalıydı.

Zıçanzi Babür...

Kutuya sızan ışık içinden bir gölge belirdi.
Bir kız çocuğu gölgesi. Yerinde duramayan, kendi etrafında dönerek zıplayan kız çocuğu kutuya doğru hızlıca geliyordu. Kırmızı ayakkabıları, beyaz çorapları pembe eteği, beyaz gömleği, saçları kafasının iki yanında at kuyruğu yapılmış enerjik bir kız çocuğu.

Allahım nasıl bu kadar enerjik olabilir ki..... demeye kalmadan kutuya daldı Babür'ün yanına adete uçtu. Ve Sol elinin işaret parmağını Babür'ün sağ gözüne daldırı verdi.

Hay bin kunduz...

Babür ne olduğunu anlamadan, kız yine zıplaya zıplaya kutudan çıktı gitti.
Babür'ün canı yanıyor gözünü tutuyordu. Ağlamak istese de ağlayamıyor, yapılana da anlam veremiyordu.

Yoksa evren siparişi mi işaret ediyordu?

Babür acısına dayanamadığından kutusundan çıkıp yardım edecek birilerini aramaya karar verdiğinde ise kutu giderek içine doğru çökmeye başladı.
Yapacak bi şey yoktu.

Bir yengeçin kabuk değiştirme süreci gibi sadece bir belki iki hafta olgunlaşma süreci yaşayacaktı.

Babür'ün gözü mosmordu. Ona biraz renk verilmişti. E ne de olsa mor da bir renkti.
Babür yıllardır toprak altında tuttuğu kodlarının arkeologlarca süpürülmeye başlandığını fark etti.
Yeni yapılanma ile mutluluğu yakalamaya kendini alıştırıyor şimdi...

Ama gözü mosmor.

Ve şükrediyor ki; iyi ki o insan var. Ve o parmağıyla gözünü parmaklayan varlık ile hayatının sonuna kadar ilgilenmek istediğini fark etmiş durumda.
Babür kodunu taaa kafasına kodu ve yoluna devam ediyor. Mosmor gözüyle keyifli, huzurlu, istiyor....

19 Nisan 2010 Pazartesi

Peri Tozum

Peri tozum, melek ışığım.
O kadar hafifsin ki; taşımaktan zevk alıyorum seni. Hafifliğin kuş tüyü gibi.
Hem her yerdesin, hem de tek bir yerde.


Bahçeli yada sadece balkonlu evimin mutluluk perisi olarak atasam seni!
Hayatımın tam zamanlı meleği. Işığın için teşekkürler olsun. Şükürler olsun.

Peri tozum; bir tutam uçup gelsen konsan omzuma. Melek ışığım yaksan sarıyı sarıya...
Sonra koşup gitsek yarınlara...

Yatağımda, elimde, aklımda, beynimde hiç silinmeyen tek gerçek olsan.

Çektiğim fotoğrafların denklanşör sesi, sensin. Dalga köpüğünde kabaran biricik insanım.

Peri tozum, melek ışığım. Yumuşacığım.

En sıcak "hoş geldin"leri söylediğim kadın.

2 Nisan 2010 Cuma

Yoksun, Yokum, Yokuz...

Uzakta,
Gözlerimde tütüyor gözlerin,
Yoksun.

Pamuk saçlarında,
Ellerimi yakıyor ellerin,
Yokum.

İzmir'i özlüyorum.
Sende..
Yokuz.

Panzehirim,
İlacım.
Ruhunun acılarını almaya geliyorum.
Yokluklar yok...

21 Mart 2010 Pazar

Aşk Vardır.

Aşk vardır 5 yaşında. Plastik yeşil renkli, haki oyuncak askerler gibidir. 5 yaşında aşk vardır. Haşin çekersin nazlının saçını. Pamuk şekerdir. Patlamış mısırdır. Yada çikolata kaplı aşktır. 5 yaşında aşk vardır.

Aşk vardır 10, bilemedin 12 yaşında. Ya okuldadır yada mahallede… Dedikodular had safhada belki tuttuğun takım renklerindendir tadı. Belki koşturduğun futbol topunun ardındadır. Yada artık cep telefonunun ekran fotoğrafı yada en çok oynadığın playstation oyunudur. Favori şarkılar sadece melodidir. Sözlerin anlamı üzerinde durmaz. Hep abilere yada ablalara özenen aşk vardır.

Aşk vardır 17 yaşında. Ailen senden daha telaşlıdır geleceğin konusunda. Dersane aralarında yada lise paydosunda. Kitaplarını taşıma belkide bir dokunuş yanaklarına. En değerlin şeklindedir aşk. Dünya dönmez. Belki bir biradır yaz tatili akşamlarında. Yaz aşkı başkadır. İzmir’da yada İstanbul’da. Kesin dönüşlerde okula aşk başkadır.

Aşk vardır 20’sinde aşk belki 21’inde. Aşk bedene hak olmuş ve hatta ateş sönmek üzeredir. Aşk biradan rakıya yada şaraba dönmektedir. Finaller vizeler yada amirinin emirleri araya girer. Aşk sözdür ciddiye binmektedir. Muhakkak kışla yatakhaneleri vardır bir noktada. Telefon sıraları, gitmeyen mektuplar gelmeyen mesajlar. Er mektubu görülse de; en büyük tehlike giderken bırakılan gülüşlerin dönüşte bakış olmasıdır. Bu yıllarda aşk ciddiye binmekle her an kopma arasında kalır. Aşk vardır. Şarkı sözleri ağır basar melodilerle. Aşk vardır. İz bırakır.
Aşk 30’larda, ya evlilik olmuştur yada ağır yaralayan sevdadır. Aşk kariyerle rutin arasında ezilen conta olmuştur. Sevgiler serzenişte kalıp banka kredilerine dönmüştür. Aşk 30’larda zor olmuştur. Endişeler etrafı sarmış conta su kaçırmaya başlamıştır. Aşk vardır ama nerededir? Aşk 30’larda konulduğu gönül dosyasında kaybolmuştur. Ya varsayılan olarak yüklenmiş yada gizlenip unutulmuştur. Ama aşk vardır.

Aşk vardır 35 yaşında. Aranır bulunur. Hırpalar. Güneş ufka değer. Mücadele, huzur, gülümseme yalnızlık göz yaşları temsili…. Aşk o gördüğün gözlerde bakar sana içine işler.

Aşk 35’te gelir, vurur, kalır.

Aşk 35’te… Unutulmaz!

31 Ocak 2010 Pazar

Depo

Depoluyor muyuz? İçeceğimiz suyu, yakacağımız benzini. Bakacağım deyip asla bakmadığımız fotoğrafları, resimleri. Depoluyor muyuz? Makarnayı, ayakkabı cilasını. Bir gün lazım olurlarımızı depoluyor muyuz?

Depoluyoruz. Her birimizin evinde derin dondurucular var artık. Fazla fazla depoluyoruz. Unutuyoruz. Çürütüyoruz sonrada...

Çürütüyoruz ve atıyoruz çöpe.

Depoluyoruz. Bu telaş, bu terane içinde depolarken de boşaltıyoruz aşkın deposunu, saygının sevginin deposunu.

Biriktirdiğimizmakarnayı paylaşmayı bilemediğimizden; sıcaklıkları, gülümsemeleri, hazları depolarımızdaneksiltiyoruz. Derinlere balçıkla kaplı egolarımıza gömüyoruz.

Seni seviyorum diyemiyor anne çocuğuna. Töreden, şımarmasından diyemiyor. Sevgi depolarımız hızla boşalıyor. Yamayamıyoruz.

Dondurduğumuz bezelyelere yer kalmadıkça midemizde, her lokmada boşaltıyoruz ruhumuzu.

Bir martının doğal telaşını yaşayamıyoruz.

Yaprakları Süpürmek

Umulmadık hazineler nerede çıkar insanın karşısına?

Zihninde kalan "yaprakları" süpürmek istiyorsun. Haklısın. İhtiyacın var buna.

"Yaprakları Süpürmek" konusunu bazen o kadar çok düşünüyorsun ki; zihninde "gürültüler" duyuyorsun.

Can sıkıcı oluyor bu gürültüler.

Unutma ki; o yapraklar geçmişte kaldı. Geçmişi ve geleceği kontrol edebiliyor musun?

Kontrol edemediklerin için neden hayıflanıyorsun?

Anın keyfine bak. Şimdi de kal.

Gülümse.

Ki barışık ol özünle.

Yola, sokağa dökülen yaprakları sen mi süpürüyorsun ki, zihninin yaprakları için endişe ediyorsun?

Nasıl doğa bu işi kendi yapıyorsa döngüsünde,

Senin de baharın çok yakın.

Kendi döngüsünde aksın.

İnan hazırsan baharını bulacaksın.

Belki elini uzatmana bile gerek kalmadı.

Sana çok yakın.

Bazen aynaya baktığında bir "yıkıntı" mı görüyorsun?

Unutma cancağazım; en değerli hazineler, altındadır hep yıkıntıların.

Her gülümsemenle bir adım daha yakın.

Saklı hazineni bulacaksın.


Akışına bırak mevsimleri. Görmedik mi önüne set çekilen selleri?

Beklenmeyen bir anda bir rüzgar esecek, tüm kurumuş yapraklar uçup gidecek.

Gökte ışıldayan güneşe bak, yapraklara değil yerdeki.

Yerdeki kuru yaprak için gün ışığı ne ki?

Dalga dalga gelecek sınırsız aşk, sınırsız huzur ve mutluluk.

Hazinen içinde yıkıntı sandığının.

İnan, çok yakın.

Gülümse.

Kontrol edemediklerin için üzülme.

Gücüne inan bu anın.

Düşüncelerin gürültü yapmasın.


Yapraklar,

Rüzgar,

Mevsimler ve baharın.

Babür ve Net Alan Derinliği

Biliyorsunuz fotoğrafçılıkla ilgileniyorum. Hobi edindiğinizde o hobi ile ilgili teknik terimler ve bilgiler öğreniyorsunuz. Hatta bazıları çok kolay öğrenilip uygulanıyor; bazıları ise işkence olabiliyor.

Fotoğrafta ilerlemeye başladığımda net alan derinliği tabir edilen bir şey öğrendim. Öğrenmez olaydım. Yahu ben bunun ne olduğunu öğrenmeden önce adam gibi yapıyormuşum zaten. Anlatılınca yapamamaya başladım

Babürrrr..çık dışarı

Net alan derinliğinde odak uzaklığı işte efendime söyleyeyim f (diyafram) değeri felan ayarlıyorsunuz duruma göre. Sonra başınız göğe mi eriyor? Tabii ki hayır. Eğer doğru uygularsanız; fotoğrafınızın istediğiniz kısmı yani arkadaki objeler yada öndeki objeler flu çıkıyor. Lem zaten hayatım flu. Şarkısnı dahi yaptılar. Fotonda mı flu olsun. E zaten fotoda flu olcek; ÇEKEN SENSİN J Lö angut dö la kuş famili. J

Kaderimse çekerim. Babür zaten kadere endeksli....Daha da flu olacak bu fotoğraf tıpkı hayatın gibi.

Babür'e bu durumu anlatmak gerek..

Bak Babür'cüm; şimdi hayatında her şeyi netlerştirmene bence imkan yok. Hatta hayatta her şey net olursa yaşamanın zevki nerede. Biraz fluluk olacak. Olmalı zaten. Hayat bu her şeyi bilerek yaşamanın ne zevki olabilir ki?

Babür bence; senin yapman gereken tabii istersen; istemezsen bu yazı 10 sn. İçinde kendi kendini yok edecek.

Bence şunu denesen. Hani net alan derinliğinde ayarları sen seçerek uyguluyorsun ya..Evet..O zaman bence geçmişe dönmeyeceksin ya, düşünce bakışımıza göre, işte; ayarı öyle yap ki arkadaki objeler flu olsun

Ola ki, hatta sanırım bu olmalı; ilerisi için bi şeyler arzu ediyorsan, evrene doğru mesajları verip olumlu frekansta kalmalısın. Ve Babür; evrene o arada neler yapacağını sakın dikte etmeye kalkma. Hani sen gidip bakkal Hadise Teyze'den şeker, sakız, maytap, kız kaçıran (olm şu kız kaçıranın adını bile alma azına hepsi kaçıyo senden zaten), çikolata alıyorsun ya. Onun gibi yap. Evden cart die çık. Arada şu basamağa bastım, şu apartmanın önünden geçtim, acıba Hadise Teyze'nin üstünde ne var diye düşünmeden git al istediğin şekeri, çikolatayı. Bu akşam uslu durursan sana çikolata vericemmmm ( Ya cidden Hadise Teyze bugün hangi önlüğü giymiştir ya

Hayat basit ise; her şeyi net yapmaya çalışmak Ego'nun, negatif düşüncenin bir tuzağı değil mi? Tüm dünyada ki; hatta tüm evrendeki canlıların hayatlarındaki tüm aktivitelerin net olma zorunluluğunda olduğunu düşünsenize. Yaşamaya ne gerek var o zaman? Bu kadar basit ve bize "vermeye" hazır bi evrende zaten her şey net değil mi aslında.

Hiş Babür sana kapak bana Yamaha olsun Ehhe.

27 Ocak 2010 Çarşamba

Mevzilerde Huzur Var.

Belki fark etmişsinizdir. Hep bir savaş hep bir mevzii lafı dönürüp duruyordum. Egomla o küçük Babür'le konuşmayı da redediyordum.

Burada 2 saptama gerekiyor. İyi bir halt ettiğimi sanarak savaş açtım her negatif şeye, yani kendime. Eee erkekçe bi hareket. Savaş, tartışma...vb. Oysaki diplomasi eğitimi almış biri için ne kadar gereksiz ve zaman kaybettirici. Savaş diyerek bilmediğin askeri oyunlara giriyorsun ve kazancın sadece bir, iki mevziii. Neden diplomasiyi seçmedim ki? Çünkü yine ego golü atmiştı. Anca uyandım. Good Morning Vietnam vaziyeti. :) Zaten negatif olan savaş mantığı ile pozitiviteyi nasıl elde etmeyi planlayabilmişim ben ya. Akil adam ol biraz. İstenmeyen adam olmanın ne gereği var. Sen değil miydin 6 ay boyunca kişisel iletinde "Issız Adam" yazan. E bak çağırmışsın işte..

İkinci saptama; Egom ile yani o küçük çocuk ile konuşmayarak; ondan daha çocukca davranmışım.

Babür ile ben 7-8 yaşında tanıştım. Aaaa bana benziyoo.. :)

Babürün annesi onu hep sabahları işe gitmek için bi yerlere bırakırdı. Babür ise bu durumu her seferinde ağlayarak karşılardı. Babür kodu geliştirdi; kadınlar hep gider ve hep başka şeyleri tercih eder, seni değil.

Yine aynı yıllarda Babür ilkokulda, ki paralı özel çok cool özel bi ilk okul, okurken doğum günü partisi vermek istedi. Davetiyeler yazıldı. Dağıtıldı. Ne şans ki; o 7 haziranda aynı sınıfta daha popüler daha zengin bi aileye mensub daha yakışıklı başka bir çocukda aynı gün doğmuştu. Ve haliyle aynı gün parti veriyordu. Eeeeee..Tabii Babür'ün partisine bir sınıf arkadaşı dahi gelmedi. Aslı da... :)

Sınıf arkadaşları yok. Aslı yok..Aslı ya kesik o zaman Babür.

Babür kodu geliştirdi; zenginler, popüler olanlar, yakışıklı olanlar hep tercih edilir. Sen öyle olmadığına göre asla tecih edilmeyeceksin.

Oha..... Lem daha ne olsun. Kendi kendine kodun ve oturdun. Tam 28 yıl aynı kodla yaşadın olm!!!!

Lalallal Life is life that is full of shit laaa....alallalalla..

::)):):):)):

Yak gel bildiğin ne varsa.....

Sonra bir şeyler yapmaya çalıştın. Yolun hep yanlışmış. Çünkü görmezden geldin Babür'ü.

Ne de olsa savaşarak kazanacaksın. Güçlüsün yıkılmadın ayaktasın. Vur, kır, savaş... Devam İleri alla allla allala :):):

Babür, bak sevgili ufaklık; artık sence yetmez mi? Hani sende üzülüyorsun hep canın sıkkın. Ama çok yol almadın mı? İstediğin oyuncakların var. Seni sevenler hatta senin için endişelenip seni koruyanlar var. Güvendesin. Yumuşacık bir yürek var içinde. Şükürler ki; gülebiliyorsun. İş yerinde seninle ilgileneler var. Dediklerin yapılıyor. Seviliyorsun. Patron bile seviyor seni :)

Babür; geçti bitti.. Ne olur sakin ve mutlu ol. Kendine daha fazla eziyet etme. Çizgi film seyret. Şekerlerini ye. Oyuncaklarınla oyna. Sakin ol. Seni seviyorum. Seni sevenler var. Onların değerini bil. Ama kabul et ki; herkes seni sevmek zorunda değil. Sende herkesi sevmek zorunda değilsin. Hayat güzel. Hayat basit. Seni seviyorum, sırf bu nedenle seni özgür bırakıyorum. O güzel gözlerinde ışıltı ve mutluluk görmemize izin ver Babür.

Life lalallal lalalal Life is life.

24 Ocak 2010 Pazar

Atarax...

Sanırım tam 4 yıl öncesiydi....

İşe gitmek için kalktım.

Aslında önceden işi anlatayım; eniştemin zoru, babamın gazı, annemin duası ile kuzenin torpili de birleşti ve yabancılara satılmış olan ve hep antipati uyandırmış devasa bankanın sigorta pazarlama bölümüne girdim. Allahım girişler ön kapıdan da yangın çıkışı nerdeeee :)))

Eğitim bitti şube belirlendi. Her çalışanda bir hava bir hırs. Bense ne hırsı. Sahip olduğum tek şey gaz. :) Herkes hedefini anlatıyo..Ona şööle sigorta verdim. Bööle çaktım. Yok şu arabaya girdim. La ne arabası akbilim yok. :)

Ve öyle bir taktik ki; amirler sizi hak etmediğinize inandırıyorlar. İğrenç.

Neyse zorla kalktım..Param yok. Borç çok. İstek enerji yok. Yaşasam ne olcak? :) Şimdi Goethe ile gülmekteyim olaylara.

Ve yatağın kenarına oturduğumda; kalp krizi geçiriyorum sandım. Ölüyordum. Kesin yani kesin kalp krizi bu. Sakın hareket ettirmeyin beni :)

Ah ölcem ah ilgilenin benle nayır nolamasss necclaaaaaa :) Bkz: Goethe hahahhah :)

Hataneye kaldırıldım.. oo Klimalı ambulans :) Hemşire sweet:) Hız var siren var açılın geliyorum :) Ohh ne ilgi ne alaka...Süpper. Hastane acil.. Ekg vb. yok bi şey yok. E 15 dk önce ölüyordum. Hanii... Vecihi :)

ehheheh

İşe gittim. İçeri girer girmez ne varsa ama ne varsa çıkarttım. İğrençti. İzin aldım eve yollandım. E şubeden çıkınca normalim. Hatta gittim bira içtim bi pub da.. O süpper. Ben yarın da hasta oliim.

Evet yarın sabah ve ondan sonraki 15 sabah da aynı şey oldu. Tazminat ödeyerek işten çıktım. Ne güsell..

Psikolocik dediler. Kız vermediler...:) Panik atak teşhisi kondu. oo Psikologlar işe yaramayınca psikiyatra terfi..İşte terfi yok emme tedavide var. O sıralar sadece motor üzerindeyken ve müzik dinlerken süpermanim.

Ayak yere değdi mi ben iptal. Motorlar çalışmalı ben yolda olmalıyım ki iyi olayım. Muhtemelen E5, Tem, sahil yolu vb yerlerde aracınızın yanından 300 ile geçtim. Saniyelerin binde biri ile hayatta kaldım. Ama mutluydum. Hayat buydu.. OOOO süpperde bi kızla çıkıyordum. heheh.

Ama iş görüşmesi, iş, dendimi ben acile :) Üstelik motorla:)

Psikiyatrıma motosiklet ile yaptıklarımı, iş hayatımı vb. anlattım. En sonunda heh ilaca başladım. O başladı yani.

Daha kötüydü çünkü ilaç etkisinde motosiklet yan gidiyordu :) Aklım uyuşmamış olsa daha zevkli olabilirdi tabii. İlaç al marş bas. Teme çık, sahile in. Süpper atraksiyon. Bile bile hemde. Ölüm tek çözüm olabilirdi... :):):):) Yesinler hatta Pasinler ve Malazgirt. :)

En sonunda babam araba ile bırakıyordu Bağdat Caddesindeki lüks kliniğe psikiyatr için. Tikikiyatr :))) Tikiminkiyatrı:) Oraya gitmenin en iyi yanı karşı sıradaki Alfa Romeolara bakabilmemdi :)

En son ziyaretten 5 gün önce ilaçları almamaya başladım. Daha iyiydim.

En azından içmiyordum da. Ama tehlikelere tepki vermiyordum da. Bir insan zorla mı frene bastırılır. ::):):):)) Newet :) Düştüm binlerce kez. Düştüm trilyonlarca. Canım yandı kalbim yandı.

En son seansta, sayın doktorun sürekli saate baktığını fark ettim ve bunu sanki daha öncede sezmiştm. O kadar sinirlendim ki; o seans sonunda bir daha gitmemek üzere ilaç ve DR. hatta Ph. D. heheee:) meselesini kapattım. En en azından ayaklarımın üzerindeyken bi karar vermiştim :)

Karar vermiştim. İlaçlar çöpe...Ben eve motosikletimi yıkamaya. Berbattı sonraki günler. Ataklar, aile baskısı, eziklik, kız arkadaşın imaları.... dam di damdan..dam didamdan..silah veriyorlar anne, savaş çıkar diyollar :):):))

Çözümün bende olduğunu biliyordum. Ama başlangıç noktasını bilemiyordum. Yapamıyordum. Daha sonra Tibet felsefesini araştırdım. Daha iyi geldi ama yetmedi. Daha sonra Düşün ve zengin ol adlı kitabı okudum. En azından kendi kendime telkini kullanmaya başladım. İşe yarıyordu ama yetmiyordu. Eksikdi bi şeyler.

Sonra son 2 senedir cephe üstüne cephe açtım. Yenilgiler o kadar sert ve çabuk geliyordu ki. İnanamazsınız. Ekmek almam bile Küçük Emrah filmiydi :) Ezik çaresiz. Bi ara her yere motorla gittim. Kaskı bile çıkarmıyordum uzun süre. Nayırdı nolamazdı :)

İlaçlara döndüm. Taa kiiiiii o ana kadar; anlatmayacağım. Allahın sevgili kuluymuşum sadece onu biliyorum. Şükürler olsun. Hala bazen yaşarım o anı. O patlama sesi!

Şans eseri iş buldum. Bir cephe geri almıştım savaşta. Sonra ufak mevziler geri geldi. Savaş acıydı kayıplar olması normaldi. Oldu da. Neyse... Hayat beni neden yoruyossunn. Madem çok günahhh.. :))) Topu kale önüne ben getiriyordum. Ama golü başkaları atıyordu. O bi vurdu gol oldu :)

Şu an...Şükürler olsun iyiyim.

Ama popom aşağıya kafam ise yukarıya vurmaktan acıyor. Kim öpcek de geçircek yaaaa:):)):):) O kadar batıp çıktım ki..

Şimdi savaşa devam. Ama artık ordu prof.

23 Ocak 2010 Cumartesi

Smiley Face :)

Evet biliyorum genelde bloglar daha anlamlı daha doyurucu vb..-dir,dur vb. yok-

Ancak ricam şunu bi düşünsenize: "Tüm mühürler SMILEY olsa"

Hatta bütün dünya buna inansa; birlik olsa uzansak sonsuza...

Savaşa onay veren makamın mührü SMILEY olsa... Bi düşünsenize :) Yada silah satışına onay verenlerin?

Neden milletvekili seçerken pusulalara smiley ile basamıyoruz oyumuzu?

Şeytan diyor ki sataş şuna :)