2 Kasım 2010 Salı

KIRMIZI PLASTİKTEN UYDURUK FOTOĞRAF MAKİNASI (üstelik Çin Malı)

KIRMIZI PLASTİKTEN UYDURUK FOTOĞRAF MAKİNASI (üstelik Çin Malı)

Hava nasıl sıcaktı anlatamam. Daha yeni 18 olmuştum. Ehliyetimi almış, alır almaz sıfır arabama kavuşmuştum. İkinci kez üniversite sınavına girilmişti. Bu sene garantiydi İstanbul'da bir yer. Sınavın hemen ardından Altınoluk'taki yazlığa hareket edildi.

Nerde o zamanlar çekim yasası...

O yazın tek arzusu kendini ispattı. Arabam vardı, yazlığa gidiyordum.

Nerdeee o zamanlar çekim yasası...

Okullar kapanınca, üniversiteler tatile girince arkadaşlarım gelecekti. Arabalarla gezilecekti. Beni artık aralarına daha kolay kabul edeceklerdi. Grup içinde daha sağlam bir yerim olacaktı. Daha çok sevilecek ve aranacaktım. Ne de olsa yazlıktaydım ve arabam vardı. Hatta take me down to the paradise city, grasses green and girls are pretty'di.

Nerdee o zamanlar çekim yasası...

Ama nedense bir türlü grup içinde konumumda değişiklik olmamıştı. Hatta sanki geçen senelerden daha az seviliyor gibiydim. Neden di ki? Arabam vardı, param vardı..... Müzikle ilgileniyordum. Yok yok tüm bunlara rağmen grup içinde yeterli ilgi ve alakayı göremiyorsam mutlaka bende bir eksiklik olması gerekiyordu. ( Koooodd )

Sanırım o yılın temmuz ayıydı ve arkadaşlardan biri o gece Akçay tarafında festival başlayacağını, ünlü sanatçıların konser vereceğini satış standlarının açılacağını ve mutlaka gitmemiz gerektiğini söyledi. E gidilirdi yani :)

Akşam yemeklerinden sonra sitenin meydanında hazırdık. Üç (sayı ile 3) araba yola koyulduk. Hava çok sıcaktı. Dondurmalar yalandı, müzikler dinlendi. Kimleri dinlediğimizi hatırlamıyorum bile. Dinleti sürerken canımız sıkılmış olacak ki terk ettik dinleti alanını ve deniz kenarında kurulan satış standlarının oraya yöneldik. İncik, boncuk, hatıra eşya ve elektronikler.. Nasıl ya elektronikler. Ahahha şimdi komik geliyor. İlçe festivalinden FH serisi müzik seti yada buzdolabı alarak eve dönebiliyordunuz. :) (tamam azıcık abartmış olabilirim)

Standların birinde duran Kırmızı Ucuz Plastikten üstelik Çin Malı Fotoğraf Makinası gördüm. O an içimde hissettiğim titreşimi hala hatırlarım. Tarifsizdi. Aha üstelik yine aynı ton kırmızıdan tepe flaşıda vardı. Ama çook tatlıydı. Ancak o zamanlar henüz tanışarak müşerref olamadığım Babür The Ego devreye girdi. O fotoğraf makinasını alacaktım. Ama onu alırsam grup arkadaşlarım benle alay ederlerdi. "Çocuk musun olum sen? Naapcan o salak makinayı. Üstelik kırmızı bi şey oyuncak gibi" derlerdi mutlaka.

Nerdeeee o zamanlar çekim mekim, kuantum, Evren felan. eskiden Evren mi vardı?

O Kırmızı Plastikten Yapılma Uyduruk Fotoğraf Makinasını aldım. Üstelik Çin Malıydı. Tepe flaşını da aldım. O an tatminden öte MUTLUydum. Ama etrafımdaki arkadaşlarım bunu anlayacak kapasitede insanlar değildi. ( BKZ: ETV'e Bok Yedi Başılar) O nedenle mutluluğumu gizleyerek yanlarına gittim. Onlar sormadan ben söyledim: " Ehehhe teyzemin kızının doğum günü hediyesini de aldım..."

Evren? Evren?

Merak eden varsa söyleyeyim; o makinaya ne oldu? O Kırmızı Uyduruk Plastikten Fotoğraf Makinası içine hiç film takılmadan üç gün içinde parçalandı tarafımdan. Çünkü küçük düşürdü o makina beni arkadaşlarım önünde.

O aşamaları içinde yaşarken; bakış açımı değiştirebilsem, kendi içsel güç duruşumu oluşturabilsem, o makinayı ne olursa olsun kabul edip fotoğraf çekebilsem.......Kendimi geliştirme fırsatımı kaçırmamış olacaktım.

Hayallerden bahsedelim. Tabi eğer bahsedecek hayalleri zamanında yakalayabilirsek yada görebilirsek.

Bakış açısını değiştirmek....

Ama Evren siparişleri her zaman değerlendiriyor. En azından ikinci fırsatı kaçırmadım. Bunu biliyorum. Hayalimden bahsediyorum.

Fotoğrafları satışta olan sayılı Türk Stock Fotoğrafçıları içindeyim :):):)

31 Ağustos 2010 Salı

Babür'ün Gözü Neden Morardı?

Babür o gün nedense kutunun en derin köşesine sinmişti. Kafasında yünden annesinin ördüğü siyah yeşil ponponlu kukuletası, pötükare kısa kollu gömleği, askılarla taşınan kahverengi kısa pantalonu kahverengi çorapları ve yine aynı renk bağcıklı ayakkabılarını giymiş olduğu halde; kutunun en loş en derin köşesine sinmişti. Pörtletilmiş gözlerinin beyazı anca seçiliyordu...

Bacaklarını kendisine çekmiş, ellerini diz kapaklarına dolamış, çenesini kollarının üzerine dayamış halde üstelik dudağını aşağı sarkıtmıştı.
bir düşüncesi bir sıkıntısı vardı. Ama gözlerinin beyazı hala daha seçilebiliyordu.
İçinde binlerce plan varken, aslının o kutudan nasılda çıkmaya çabaladığını, olumlu adımlar attığını gördükçe daha da küçülüyordu sanki. Bir şey yapmalı ve yeni adrese gitmemeliydi. Hem şu anki adreste yalnızlık mükemmel bir kavramdı.
Yeni adreste nasılsa Babür zıççaktı. Her şey boka saracaktı. O nedenle herkes burada kalmalıydı.

Zıçanzi Babür...

Kutuya sızan ışık içinden bir gölge belirdi.
Bir kız çocuğu gölgesi. Yerinde duramayan, kendi etrafında dönerek zıplayan kız çocuğu kutuya doğru hızlıca geliyordu. Kırmızı ayakkabıları, beyaz çorapları pembe eteği, beyaz gömleği, saçları kafasının iki yanında at kuyruğu yapılmış enerjik bir kız çocuğu.

Allahım nasıl bu kadar enerjik olabilir ki..... demeye kalmadan kutuya daldı Babür'ün yanına adete uçtu. Ve Sol elinin işaret parmağını Babür'ün sağ gözüne daldırı verdi.

Hay bin kunduz...

Babür ne olduğunu anlamadan, kız yine zıplaya zıplaya kutudan çıktı gitti.
Babür'ün canı yanıyor gözünü tutuyordu. Ağlamak istese de ağlayamıyor, yapılana da anlam veremiyordu.

Yoksa evren siparişi mi işaret ediyordu?

Babür acısına dayanamadığından kutusundan çıkıp yardım edecek birilerini aramaya karar verdiğinde ise kutu giderek içine doğru çökmeye başladı.
Yapacak bi şey yoktu.

Bir yengeçin kabuk değiştirme süreci gibi sadece bir belki iki hafta olgunlaşma süreci yaşayacaktı.

Babür'ün gözü mosmordu. Ona biraz renk verilmişti. E ne de olsa mor da bir renkti.
Babür yıllardır toprak altında tuttuğu kodlarının arkeologlarca süpürülmeye başlandığını fark etti.
Yeni yapılanma ile mutluluğu yakalamaya kendini alıştırıyor şimdi...

Ama gözü mosmor.

Ve şükrediyor ki; iyi ki o insan var. Ve o parmağıyla gözünü parmaklayan varlık ile hayatının sonuna kadar ilgilenmek istediğini fark etmiş durumda.
Babür kodunu taaa kafasına kodu ve yoluna devam ediyor. Mosmor gözüyle keyifli, huzurlu, istiyor....

19 Nisan 2010 Pazartesi

Peri Tozum

Peri tozum, melek ışığım.
O kadar hafifsin ki; taşımaktan zevk alıyorum seni. Hafifliğin kuş tüyü gibi.
Hem her yerdesin, hem de tek bir yerde.


Bahçeli yada sadece balkonlu evimin mutluluk perisi olarak atasam seni!
Hayatımın tam zamanlı meleği. Işığın için teşekkürler olsun. Şükürler olsun.

Peri tozum; bir tutam uçup gelsen konsan omzuma. Melek ışığım yaksan sarıyı sarıya...
Sonra koşup gitsek yarınlara...

Yatağımda, elimde, aklımda, beynimde hiç silinmeyen tek gerçek olsan.

Çektiğim fotoğrafların denklanşör sesi, sensin. Dalga köpüğünde kabaran biricik insanım.

Peri tozum, melek ışığım. Yumuşacığım.

En sıcak "hoş geldin"leri söylediğim kadın.

2 Nisan 2010 Cuma

Yoksun, Yokum, Yokuz...

Uzakta,
Gözlerimde tütüyor gözlerin,
Yoksun.

Pamuk saçlarında,
Ellerimi yakıyor ellerin,
Yokum.

İzmir'i özlüyorum.
Sende..
Yokuz.

Panzehirim,
İlacım.
Ruhunun acılarını almaya geliyorum.
Yokluklar yok...

21 Mart 2010 Pazar

Aşk Vardır.

Aşk vardır 5 yaşında. Plastik yeşil renkli, haki oyuncak askerler gibidir. 5 yaşında aşk vardır. Haşin çekersin nazlının saçını. Pamuk şekerdir. Patlamış mısırdır. Yada çikolata kaplı aşktır. 5 yaşında aşk vardır.

Aşk vardır 10, bilemedin 12 yaşında. Ya okuldadır yada mahallede… Dedikodular had safhada belki tuttuğun takım renklerindendir tadı. Belki koşturduğun futbol topunun ardındadır. Yada artık cep telefonunun ekran fotoğrafı yada en çok oynadığın playstation oyunudur. Favori şarkılar sadece melodidir. Sözlerin anlamı üzerinde durmaz. Hep abilere yada ablalara özenen aşk vardır.

Aşk vardır 17 yaşında. Ailen senden daha telaşlıdır geleceğin konusunda. Dersane aralarında yada lise paydosunda. Kitaplarını taşıma belkide bir dokunuş yanaklarına. En değerlin şeklindedir aşk. Dünya dönmez. Belki bir biradır yaz tatili akşamlarında. Yaz aşkı başkadır. İzmir’da yada İstanbul’da. Kesin dönüşlerde okula aşk başkadır.

Aşk vardır 20’sinde aşk belki 21’inde. Aşk bedene hak olmuş ve hatta ateş sönmek üzeredir. Aşk biradan rakıya yada şaraba dönmektedir. Finaller vizeler yada amirinin emirleri araya girer. Aşk sözdür ciddiye binmektedir. Muhakkak kışla yatakhaneleri vardır bir noktada. Telefon sıraları, gitmeyen mektuplar gelmeyen mesajlar. Er mektubu görülse de; en büyük tehlike giderken bırakılan gülüşlerin dönüşte bakış olmasıdır. Bu yıllarda aşk ciddiye binmekle her an kopma arasında kalır. Aşk vardır. Şarkı sözleri ağır basar melodilerle. Aşk vardır. İz bırakır.
Aşk 30’larda, ya evlilik olmuştur yada ağır yaralayan sevdadır. Aşk kariyerle rutin arasında ezilen conta olmuştur. Sevgiler serzenişte kalıp banka kredilerine dönmüştür. Aşk 30’larda zor olmuştur. Endişeler etrafı sarmış conta su kaçırmaya başlamıştır. Aşk vardır ama nerededir? Aşk 30’larda konulduğu gönül dosyasında kaybolmuştur. Ya varsayılan olarak yüklenmiş yada gizlenip unutulmuştur. Ama aşk vardır.

Aşk vardır 35 yaşında. Aranır bulunur. Hırpalar. Güneş ufka değer. Mücadele, huzur, gülümseme yalnızlık göz yaşları temsili…. Aşk o gördüğün gözlerde bakar sana içine işler.

Aşk 35’te gelir, vurur, kalır.

Aşk 35’te… Unutulmaz!

31 Ocak 2010 Pazar

Depo

Depoluyor muyuz? İçeceğimiz suyu, yakacağımız benzini. Bakacağım deyip asla bakmadığımız fotoğrafları, resimleri. Depoluyor muyuz? Makarnayı, ayakkabı cilasını. Bir gün lazım olurlarımızı depoluyor muyuz?

Depoluyoruz. Her birimizin evinde derin dondurucular var artık. Fazla fazla depoluyoruz. Unutuyoruz. Çürütüyoruz sonrada...

Çürütüyoruz ve atıyoruz çöpe.

Depoluyoruz. Bu telaş, bu terane içinde depolarken de boşaltıyoruz aşkın deposunu, saygının sevginin deposunu.

Biriktirdiğimizmakarnayı paylaşmayı bilemediğimizden; sıcaklıkları, gülümsemeleri, hazları depolarımızdaneksiltiyoruz. Derinlere balçıkla kaplı egolarımıza gömüyoruz.

Seni seviyorum diyemiyor anne çocuğuna. Töreden, şımarmasından diyemiyor. Sevgi depolarımız hızla boşalıyor. Yamayamıyoruz.

Dondurduğumuz bezelyelere yer kalmadıkça midemizde, her lokmada boşaltıyoruz ruhumuzu.

Bir martının doğal telaşını yaşayamıyoruz.

Yaprakları Süpürmek

Umulmadık hazineler nerede çıkar insanın karşısına?

Zihninde kalan "yaprakları" süpürmek istiyorsun. Haklısın. İhtiyacın var buna.

"Yaprakları Süpürmek" konusunu bazen o kadar çok düşünüyorsun ki; zihninde "gürültüler" duyuyorsun.

Can sıkıcı oluyor bu gürültüler.

Unutma ki; o yapraklar geçmişte kaldı. Geçmişi ve geleceği kontrol edebiliyor musun?

Kontrol edemediklerin için neden hayıflanıyorsun?

Anın keyfine bak. Şimdi de kal.

Gülümse.

Ki barışık ol özünle.

Yola, sokağa dökülen yaprakları sen mi süpürüyorsun ki, zihninin yaprakları için endişe ediyorsun?

Nasıl doğa bu işi kendi yapıyorsa döngüsünde,

Senin de baharın çok yakın.

Kendi döngüsünde aksın.

İnan hazırsan baharını bulacaksın.

Belki elini uzatmana bile gerek kalmadı.

Sana çok yakın.

Bazen aynaya baktığında bir "yıkıntı" mı görüyorsun?

Unutma cancağazım; en değerli hazineler, altındadır hep yıkıntıların.

Her gülümsemenle bir adım daha yakın.

Saklı hazineni bulacaksın.


Akışına bırak mevsimleri. Görmedik mi önüne set çekilen selleri?

Beklenmeyen bir anda bir rüzgar esecek, tüm kurumuş yapraklar uçup gidecek.

Gökte ışıldayan güneşe bak, yapraklara değil yerdeki.

Yerdeki kuru yaprak için gün ışığı ne ki?

Dalga dalga gelecek sınırsız aşk, sınırsız huzur ve mutluluk.

Hazinen içinde yıkıntı sandığının.

İnan, çok yakın.

Gülümse.

Kontrol edemediklerin için üzülme.

Gücüne inan bu anın.

Düşüncelerin gürültü yapmasın.


Yapraklar,

Rüzgar,

Mevsimler ve baharın.